Bugun...


İSMAİL BAŞARAN

facebook-paylas
BURSA BÜLBÜLÜ,MİS ÇİÇEĞİ VE ESKİ BURSA
Tarih: 29-08-2024 08:17:00 Güncelleme: 29-08-2024 08:17:00


Bursalı oyuncu Ata Demirer’in senaryosunu yazdığı Bursa Bülbülü filminde, yöremizde Mis Çiçeği olarak bilinen Altın Çiçeğini görünce SEFA dedeme dair hatıralarımız canlandı gözümüzün önünde.

Tanışalım efendim. Biz Umut ve Ümit adlı iki kardeşiz. Dedem birinin adı Umut diğeri Ümit olsun demiş de adlarımızı Umut ile Ümit koymuşlar. Bir gün, isimlerimizin öyküsünden sual sorduk da sorup soracağımıza pişman olduyduk. Sizler benim hem Umudum hem Ümidimdiniz. Gurbetin kahrını sizlere kavuşacağımın umudu, sarılıp koklayacağım günün ümidiyle çektim şunca zaman derdi.

Dedem, Türkiye’nin ambargoların gölgesinde ekonomik krizlerle boğuştuğu 1970’li yıllarda bir umuttur deyip Almanya’ya işçi olarak yazılmış. Giden ilk kafileyle de Almanya yollarına düşmüş. Köyden dualarla uğurlamışlar. Anneannem, annem, dayımlar çok ağlamışlar arkasından. Annem anlatırdı da dinlerdik. Anlatırken gözlerinin buğulandığını hatırlıyorum...

20 yıldan fazla kaldı Almanya’da. Kendisinden işittiğimize göre küçük bir ev tutmuş orada. 1 göz oda, bir mutfak. “Yetiyordu bana” derdi hep. Her yıl bahar aylarında mutlaka gelirdi. Elinde çoğu hediyelerden oluşan 2-3 valizle kapıdan içeriye girdiğinde, evi bir neşe kaplardı. Biz çocuklar hemen valizlere yapışırdık. Bir sürü oyuncak, giysi falan getirirdi. Kardeşim Ümit’le birlikte daha Bismillah demeden giyip kuşanır nasıl olmuş mu diye karşısına çıkardık. Sizlere ne yakışmaz diye başımızı okşardı.

Bursa o zamanlar yeşilin binbir tonuyla bezeli huzurlu bir kentti. Nerde bugünkü kalabalık ve zevksizlik nerede o sokaklarından musikilerin yükseldiği eşsiz kent. Biz köy çocuğuz. Ayda bir de olsa Bursa’ya gelir, geldiğimizde de gitmek istemezdik. Zaman tünelinin içerisinde sislerin ardından belli belirsiz gülümseyen dönemin Bursa’sı bugünle mukayese bile edilemeyecek şiirimsi bir tat bırakırdı bizlerde.

Biz köylüler ekseri Tahtakale’de vakit geçirirdik. Köylü pazarlarında taze ürünler meydanı kaplardı. Çay ocakları, esnaf lokantaları, bakkalından aktarına her çeşit esnafıyla Tahtakale yöresel kültürün yaşama dokunan kanaviçesiydi bir bakıma.

Çocukluğumuzun Bursa’sına kendine mahsus  güzellik katan mekanlardan biri de Muhacir Pazarıydı desem yalan olmaz. İddia ediyorum o pazarın içerisinde satışı yapılmayan tek bir ürün dahi bulamazdınız. Esnaf tezgahlarından yükselen sesler bana hep alaturka bir şarkının bestesi gibi gelirdi. Hele hele o korsan kasetçiler yok mu o korsan kasetçiler! Gelişen teknolojinin daha kasetlere dokunmadığı o zamanlarda el arabası üstüne çoğu arabesk, fantezi türü kasetleri dizerek bir de küçük bir teybe koydukları kasette çalan şarkılarla pazarın bir ucundan bir ucuna gezerlerdi.

Dolmuşları, döküntü halindeki şehiriçi ulaşım otobüsleri ve sıkış tepiş insan yığınları, mavi önlüklü çocukların güle oynaya okullarına gidişi, kış günleri evlerin bacalarından yükselen dumanlar, soğuk kış geceleri içimizi ısıtan bozacılar, tahinli pidemiz, cantığımız, süt helvamız hepsi bizim çocukluk yıllarımızın Bursa’sının siyah beyaz fotoğraf kareleriydi.

Uludağ, bütün heybetiyle tepelerden yükselir ve sanki ihtiyar bir ağırbaşlılıkla kentte olup bitenleri gözlerdi.

Dedem Almanya’dan her geldiğinde anneannem, kardeşim ve beni yanına alır Uludağ’a yürüyüşe çıkarırdı. Yemyeşil ağaçların arasında, rengarenk çiçeklerin süslediği patikalarıyla, püfür püfür esen rüzgarıyla Uludağ’ı yaşamayan çok şey kaçırmış derim. Dedem, anneannem, ben ve kardeşim 4 kafadar Uludağ’da oteller bölgesinde yer alan bakacağa doğru, manzaranın tadını çıkara çıkara yürürdük.

Uludağ demek teleferik demekti bizim için. Eski otobüslerle teleferiğe çıkardık. O zamanın teleferikleri kırmızı renkli, boyaları dökük eski modaydı. Teleferiğe çıkmak için bindiğimiz Mercedes 302 model otobüsler vardı ki Aman Yarabbi nasıl kötü kokardı anlatamam.

Ekseri yazları bindiğimiz için teleferiğe, üzerimize dedemin Almanya’dan getirdiği ince giysilerden giyer çocuksu neşeyle peşine takılırdık. Teleferiğe minik dünyamızdaki o kocaman heyecanla hızlıca kurulur hareket etmesini beklerdik. Hatırlıyorum da bugün olduğu gibi dün de Araplar hayli fazlaydı Uludağ yollarında. Teleferiğe bindiğimiz andan itibaren bizimle birlikte yolculuk eden Arap Turistler korkudan  ‘Yallah Yallah’ diye bağırırlardı.

O zamanlar teleferiklerin içi neredeyse üst üste yığılı kalabalıklarla sıkış tepiş olurdu. Oturma yeri olarak konulan banklar da 2-3 kişinin ancak sığabileceği ebatlarda olunca birçoğumuz ayakta giderdik.

Sarıalan’da inip halk arasında Balta Burun diye de bilinen Ford marka başka bir araçla Uludağ’daki yolculuğumuza devam ederdik. Oteller bölgesine gelir gelmez TRT Vericisinden köyümüze bakar, kendi evimizi görürdük. Yazık bugünün nesli bu eşsiz zevklerden mahrum büyüyor.

Yöremizde Mis Çiçeği adını verdiğimiz Altın Çiçeği de o günleri anımsatan en güzel hatıramızdır desem yeridir. Dedemle Uludağ’a çıkıp oteller bölgesinden köyümüze baktıktan sonra yol kenarlarından bu güzelim çiçeği toplaya toplaya, ‘Dağ Başını Duman Almış’ marşı eşliğinde tekrardan Sarıalan’a doğru inerdik. Dedem topladığı Mis Çiçekleri elinde, köyümüzün doğa harikası manzarasına karşı iç çeke çeke bakmayı ihmal etmezdi.

Sarıalan’a inerken ormanın içerisinde üst üste koyulmuş taşları birer izci edasıyla takip ederdik. Sarıalan’a geldiğimizde de dönemin önemli lezzet duraklarından pos bıyıklarıyla Palabıyık diye de bilinen Cemal Usta’nın yerinde bir güzel karnımızı doyururduk. Ardından yine Arapların korkudan Yallah Yallah nidaları eşliğinde teleferikle Bursa’ya doğru yolculuğa çıkardık. Dedem Uludağ’da topladığımız Mis Çiçeğinin adını da sanını da o hafif tok ama bizlere huzur veren sesiyle tatlı tatlı anlatıvermişti.

Sapsarı çiçekleriyle kilometrelerce uzaktan bile fark edilebilen Mis Çiçeği dedem Almanya’ya gittiğinde bizi ona ulaştıran bir tılsım gibiydi. Onu özlediğimiz her an vazolara koyduğumuz Mis Çiçeğini bağrımıza basar sanki dedemle konuşurmuşçasına onunla konuşurduk.

20 yıl sonra temelli dönüş yaptığında artık hastaydı. İyice yaşlanmıştı. Bir yumurtayı andıran oval yüzü, yer yer sertleşen yer yer yumuşaklaşan yüz çizgileri, kalın kaşları ve ihtiyarlığında bile değişmeyen güzel yüzüyle çocukluğumuzun süper kahramanı olan Sefa dedemizi; her şeyin bayağılaştığı, insan ilişkilerinin yozlaştığı şu günlerde daha bir özlüyoruz.

Ondan bize yadigar kalan MİS ÇİÇEĞİ ise halen odamızın bir köşesinde kurumuş ve iyice sararmış yapraklarıyla halen duruyor. Bu güzelim çiçek dedemle birlikte yaşlanmıştı sanki. Dedem kendisinden bir parçayı yanımıza bırakıp sonsuzluğa doğru yolculuğa çıktığında kocaman delikanlı olmuştuk.

Yıllar geçti ben de kardeşim de evlendik. Çocuklarımız oldu. Onlara dedelerinin hikayelerini anlatıyoruz. İyice yaşlanan Mis Çiçeğine bakıp bizden öyküsünü soruyorlar. Anlatıyoruz. Çok seviyorlar.

Sevgili Ata, sana ne kadar teşekkür etsek azdır. Çocukluk hatıralarımızı getirip bembeyaz sayfalar gibi önümüze bırakıverdin. O sayfaların arasında yaşadığımız güzel günlerin hayalini yaşıyoruz.



Bu yazı 100 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR
HABER ARŞİVİ
GAZETEMİZ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI