Bugun...


İSMAİL BAŞARAN

facebook-paylas
ÖYKÜSÜZ KALMIŞ DÜNYAYAYA ÖYKÜ
Tarih: 21-06-2024 07:34:00 Güncelleme: 21-06-2024 07:34:00


Bir taraftan arpa- buğday desenleriyle süslü fincanda servis edilen sade kahvemi yudumlarken diğer taraftan da bardaktan boşalırcasına yağan yağmurun ardında beliren telaşlı insanların bulanık gölgelerine ilişiyordu gözüm.  

 

Hasta çocuğunu en yakın hastaneye yetiştirmeye çalışan şefkatli annenin kalp atışları sabahın köründe işlerine yetişmeye çalışan emekçilerin telaşlı telaşlı kaldırımlara vuran ayak sesleri, anneleri tarafından okula gönderilmek üzere güç bela uyandırılan miniklerin uyku mahmurluğu çökmüş gözlerini ovuştura ovuştura mızırdanışları, simitçilerin, işportacıların, eskicilerin sokak sokak gezen bağırışları, mahalle esnaflarının hadi bismillah diyerek kepenk açışı, alışılmış kent trafiğinin alışılmamış gürültüsü gün ışığıyla tazelenen sabah vakitlerinin derin sessizliğini parçalamaya yetiyordu.

 

Yanağımı camların buğusuna yaslayarak öylece dalıp gitmiştim. Bakışlarımdaki anlamsızlık, caddeyi dolduran kalabalıkların zaman zaman uzaklaşan zaman zaman yakınlaşan seslerine karışarak kaldırımlara vuran yağmur damlaları arasında anlamını arıyordu sanki. 

 

Gece boyu, göğsümde dolu bir yelken gibi biriken iç sıkıntısı baba yadigarı evimizin sıvası dökülmüş duvarlarına mecalsiz bir dal gibi tutuna tutuna uzaklaşmaya başlamış ve annemin 'Necmiye kızım, hadi kahvaltıya...Aç arık işe gidelmez a benim güzel yavrum' diye seslenişiyle iyiden iyiye dağılmıştı.

 

Annemin nurdan bir giysiymişcesine omuzlarına kadar inen beyaz başörtüsünün arasından gözyaşı gibi süzülen örgülü saçları damla damla soframızın üzerine dökülüyor ve zamanla hüzün çölünde yitip giden hatıralarımızı her sabah yeniden yeşertiriyordu.

 

Saate baktım. Zaman epey ilerlemişti. Yine işe geç kalmıştım. Pür telaş, ceketimi giydim, düğmemi ilikledim; Annemin miskiamberle yıkanmış gibi kokan nasırlı ellerinden öptüm ve geçip giden yılların matemiyle gıcırdayan kapıyı usulca kapatarak çıktım.

 

Sokağın sesleri, dakikalar ilerledikçe yerini hüzünlü bir sessizliğe bırakıyordu.  İçimde damla damla büyüyen sıkıntı ile beraber ucu bucu olmayan düşünce ufkuna doğru ürkek adımlarla yol alıyordum.

 

Annemi bir başına evde bırakışımın verdiği burukluk beni tarifsiz bir karanlığa doğru sürüklüyordu sanki. Babamın vefatıyla yalnızlık ağlayanı olmayan bir ölü gibi evimizin orta yerinde sessiz sedasız beklediği zamanlarda birbirimize sığınırdık.

 

Saate baktım, vapurun gelmesine az bir zaman kalmıştı. Yüreğimde korkunç bir medcezirle hızlandım. Vapur ıslık çala çala kıyıya yanaşmış, nefes nefese de olsa yetişmeyi başarmıştım.

 

Sabahın büyülü aydınlığına kendini bırakan insan sesleri yolculuk boyunca vapurun içinde oradan oraya gezinip durdu. Kâh hayat pahalılığı, kâh seçimler, kâh politikacıların tutarsız davranışları, kâh dünyayı cehenneme çevirmeye and içmiş savaşlar, kâh sevgililerin cilveleşmeleri, kâh ihtiyarların ‘bizim zamanımızda böyle miydi?’ diye başlayan hatıraları hepsi evden iş yerine kadar peşimi bırakmayan masalsı yolculuğun birer manzumesiydi.

 

Gazetecilik mesleğinin verdiği alışkanlık kulağım da gözüm de yazılıp çizelecek, yaygarası koparılacak bir olay arardı. O vakit önümde duran gazetelerin sayfalarını kurcalar sıcağı sıcağına günün ilk haberlerini okumaya başlardım:

 

“Edinilen bilgiye göre falanca kavşakta meydana gelen kazada 3 kişi yaşamını yitirdi. Yaralılar var”

 

“Hükümet emeklilere yapılacak zam oranını açıkladı. Emekliler yapılan zammı yetersiz bularak ‘bu parayla nasıl geçineceğiz’ diye sitemde bulundu”

 

“Kadın cinayetleri her geçen gün daha da arttırıyor. Aile içi şiddet nedeniyle boşanma davası açan kadın, kocası tarafından katledildi. Zanlı verdiği ifadesinde ‘Eşimi seviyordum!’ dedi.

 

“İki parti lideri birbirlerine sert sözlerle yüklendi. A Partisinin Genel Başkanı B Partisinin Genel Başkanını vatana ihanet etmekle suçlarken, B Partisinin Genel Başkanı da verdiği cevapta A Partisi Genel Başkanını yolsuzluk ve haramzadelikle suçladı.”

 

“Ekonomide kara delik büyüyor. Cari açık her geçen gün daha artırıyor. Hükümet IMF’nin kapısını yeniden çalmak üzere”

 

“0-6 yaş arası 552 çocuk anneleriyle birlikte cezaevlerinde kalıyor”

 

“İsrail, Filistin’de katliamlarına devam ediyor. İsrail’in katliamlarında 13 binden fazla çocuk yaşamını yitirdi”

 

Dakikalar geçtikçe içim sıkılıyor, gazeteleri katlayıp koltuğumun altına sıkıştırıyordum. Vapur masmavi denizin dinginliğinde güzelim manzaranın tadını çıkara çıkara yol alıyordu. Saate baktım. Epey geç olmuştu. İçimi yeniden işten kovulmak korkusu sardı. Allah’tan bizim patron halden anlayan Hulusi Kentmen gibi ton bir ihtiyardı da şimdiye kadar bana iyi sabretmişti.

 

Yanağımı vapurun sabahın nemli ve akışkan havasıyla buğulanmış camlarına yaslamış, yaşamın yokuşlu yollarını sorgulamaya başlamıştım ki, uzun bir düdük sesiyle iskeleye yanaşmıştık. Karınca sürüsü gibi hızlı adımlarla uzaklaşan kalabalıkların arasından usulca sıyrılıp köşe başında bekleyen dolmuşla gazeteye doğru hareket etmiştim. Allah’tan trafik bu saatlerde biraz nefes alıyordu ki çabuk geldim.

 

Patron kalın  çerçeveli gözlüklerinin üzerinden beni gözlemeye başlamıştı ki; babacan bir edayla sesini duydum:

 

Ooo bizim kız yine tam saatinde geldik. Azıcık geldiğin gün gazetede kutlama yapacağım vallahi!

 

Bu adamı seviyordum. Bana çocuk yaşta yitirdiğim babamın hasretini unutturuyordu zaman zaman. Çok defa dertleşmişti de. Hatta bizim fakiraneye de gelmiş anama ‘ne vakit bir şeye ihtiyacınız olursa bu deli kızla haber salınız lütfen! Haylaz maylaz ya kızınız pırlanta gibi maşallah..İşe geç gelmesini saymazsak bizim gazetecilik mesleği için eşine az rastlanır dürüstlükte, kalemini üç-beş kuruşa satmayacak kadar namuslu hınzır.” deyivermişti.

 

Masama oturduğumda ilk satırları yazmaya başlarken, insanlığın korkunç bir şuur ve benlik buhranın içerisinde yolunu kaybetmiş kör bir kuş gibi sağa sola çarpa çarpa yol alışını düşünüyordum.

 

İçimde biriken ne varsa pencerimin ardında efil efil esen rüzgarın kanatlarına tutunarak boşluğa doğru süzüle süzüle uzaklaşıyordu. 

 

Anlıyordum ki, insan ne kadar farkına varmasa bile yaşam bir yerlerden içten bir çocuk gülüşü gibi eninde sonunda yüreğinizin kıyısına usulca yaklaşıp sessiz sedasız oturuveriyordu.

 

Kül rengi bulutların arasından gözyaşı gibi damla damla dökülen yağmur damlaları, umutlarımızı zehirleyen kirlenmişliği temizliyordu da ufukta beliren vicdan ve merhamet parıltısını görebiliyorduk.

 

Sevgisizlik ve zulmün yersiz yurtsuz bıraktığı kelimelerimiz, sokak lambalarının loş ışıkları altında tir tir titreyerek sığınacak bir liman, başını sokacak şefkatli bir gönül arardı.

 

Çivisi çıkmış şu dünyanın diyerekten Nazım Hikmet’ten bir şiir karalıyorum defterimin sayfalarına:

Büyük insanlık gemide güverte yolcusu

tirende üçüncü mevki
şosede yayan
büyük insanlık.

Büyük insanlık sekizinde işe gider
yirmisinde evlenir
kırkında ölür
büyük insanlık.

Ekmek büyük insanlıktan başka herkese yeter
pirinç de öyle
şeker de öyle
kumaş da öyle
kitap da öyle
büyük insanlıktan başka herkese yeter.

Büyük insanlığın toprağında gölge yok
sokağında fener
penceresinde cam
ama umudu var büyük insanlığın
umutsuz yaşanmıyor.



Bu yazı 185 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR
HABER ARŞİVİ
GAZETEMİZ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI